1. kedilerin; dökülüp de hafif rüzgarda uçuşan yaprakların peşinden koştuğu güzel bir sonbahar gününde taşınmıştı bu şehre. her şey tamamdı. açıldığında yatak olan iki çekyat, üzerine çaydanlık bırakılıp izi kalan halı, iç içe geçmiş her biri birbirinden küçük sehpalar, 55 ekran arçelik açma kapama düğmesi bozuk bu yüzden kalem ile açılan tüplü televizyon, satıcının " kitap mı okuyorsun delikanlı " diyerek şaşırıp; bedavaya verdiği kitaplık. iyi fiyata satın aldım dediği buzdolabı, annesinin memleketten gönderdiği üç beş tabak, kaşık. artık yorulmuşdu, biraz uyudu. uyandığında acıkmıştı. yağ ve küf kokan apartman boşluğunun kokusunu içine çekerek markete gitti. ilk alışverişini yapmaya başladı. eve geldi. aldıklarını yeni sildiği dolaplara ve buzdolabına özenle yerleştirdi. çayı yerleştirirken şeker almadığını farketti. çayı şekersiz içiyordu ancak yeni arkadaşlar edinecekti. onlara "ben çayı şekersiz içiyorum siz de şekersiz için " diyemezdi ya. markete tekrar gitti ve şeker aldı.
    yaz gelmişti.
    çiğdem çitleyen çocukların sesine uyandı. artık o da "çiğdem" demeye alışmıştı. banyoya girdi ardından kahvaltı yapmak için mutfağa yöneldi. masanın üstünde açılmamış şeker paketini gördü. acı acı gülümsedi.
  2. esintili bir hava vardı. yan tarafta trafik olanca hızıyla akıyordu. şehrin kurtarılmış bölgesi gibi duran sakinliğin yoğun olduğu bu küçük de sayılmayan parkta oturuyordu. aya doğru bakmaya başladı. köyünü hatırladı, köyde olsaydı ayışığı her yeri aydınlatırdı ama şehirde öyle değildi. şehrin görkemli ışıklarından ayışığı anlaşılamıyordu. ayışığının olduğu geceleri çok severdi balkonda otururlardı ailece. iskelenin altına odun almaya ğittiğinde daha kolay odun alırdı. köydeki ailesini özlemişdi.
    " yarın pazar ve ben yine akşama kadar yatacağım" diye mırıldandı kendi kendine. parktaki diğer iki kişiye bakınmaya başladı : üniformasından özel güvenlik görevlisi olduğu anlaşılan otuz yaşlarında bir adam, somurtkan şekilde trafiğe bakıyordu. ne kadar somurtkandı. acı acı gülümsedi işdeki arkadaşının " bi yüzün gülsün be dostum " sözlerini hatırladı. biraz ötedeki bankta kırk yaş civarında güzel yüzüne ağlamaklı bir hal düşen kadına baktı tam karşısında bulunan boş basketbol sahasına bakıyordu. ve beklenen oldu ağlamaya başladı. güvenlik görevlisinin arka çaprazında duyamayacak kadar uzakta olduğu için adam duymadı. biraz daha oturdu parkta. bu arada adam da ağlamaya başladı. onlardan cesaret ve ilham alarak dökülmeye başladı o da. yerinden kalktı, üç dört dakikalık yolda olan sitedeki evine gitti. iki seneden beri yapılmayan asansörün yanındaki aynada haline baktı.

    kapı çalıyordu. hep hafif olan uykusundan uyandı. kimseye söz vermemişti, aidat ödenmişti, adresini şehirdeki hiçbir arkadaşı bilmiyordu. elini yüzünü hemen yıkadıktan sonra kapıyı açtı. dün gece parkta gördüğü kadın elindeki poğaça tabağını uzattı. "afiyet olsun" dedi gülümseyerek. teşekkür etti. kapıyı kapattı. hemen kapı deliğinden baktı; kadın karşı daireye girdi. gülümsedi kendi kendine.
    poğaça ile kahvaltı yaptı. yarın pazartesiydi. hava kararmaya başlamıştı. ütülenecek kıyafetlerini ütücüye götürmeliydi. hazırlandı ve binadan çıktı, sitenin çıkışına vardı. güvenlik görevlisini gördü. dün geceki adamdı. acı acı gülümsedi.